13 Haziran 2009 Cumartesi

Korkak Yalnızlık

Öyle bir duygudur ki yalnızlık; kendisi gibi yalnız olmayı istemez hiçbir zaman, tek başınadurmaz örneğin bir bedende.Başka duyguları da toplar yanına:acıyı,korkuyu,hüznü,üzüntüyü...

Öyle bir duygudur ki yalnızlık;başka duygular gibi paylaştıkça artmaz ya da azalmaz...Örneğin bir mutluluk gibi paylaşınca artan ya da keder gibi paylaşınca azalan bir duygu değildir.Çünkü yalnızlık paylaşılmaz.

Öyle bir duygudur ki yalnızlık;başka duygularla başka insanlarla haşır neşir olmanı istemez.En çok kendisiyle kafa yorulmasını ister.En çok kendisinin can yakmasını.Bencildir de bu yüzden..

Öyle bir duygudur ki yalnızlık; sen ona izin verdin mi, girdi mi bir kere bedenine birdaha asla çıkmaz.Sen çıktığını sanırsın ama o hep oralarda biryerlerdedir.Kandırır seni.Çıkmaz çünkü o biri olmadan yapamaz,yalnızlığı sevmez dedim ya sevmediği kadar da korkar.Çünkü yalnızlık Korkaktır!!!

21 Şubat 2009 Cumartesi

Hayal kurmak güzeldir...


Küçükken en büyük zevkim dürbünle bir yerlere bakmaktı.Karşı adaya, evlere, yollara, yoldan geçen arabalara, gemilere, teknelere, kuşlara, ağaçlara...Ve hayal kurmak onlarla ilgili...O evlerdeki yaşamları, aşınan kaldırımların anlattığı hikayeleri, sokaklardan yayılan buram buram iyot ve balık kokusunu, teknesiyle denize açılan balıkçının düşündüklerini...Farkında bile olmadan saatlerimi geçirirdim bir çift mercek önünde.Bu öylesine hoşuma giderdi ki, herşeyi, o an nerede olduğumu unutup baktığım yerlerde dolanıyor gibi hissederdim kendimi.
Eski bir Rum evinin önünden geçerken selam verirdim Fatma nineye, oradan ayrılıp koşarak iskeleye gider ayaklarımı suya daldırıp önümden geçen balık sürülerini seyrederdim.Ali amca teknesinin motorunu çalıştırıp denizi köpürte köpürte giderken arkasından el sallardım.Sonra sahile gider taş sektirirdim.Tam güneş batmak üzereykense annem beni çağırır ve ayılırdım bu rüyadan.
Böyle günlerin gecelerini hiç sevmezdim bu yüzden.Eve dönme vakti gelmiş yani herşey bitmiş olurdu benim için; çünkü hiçbir yeri gündüz güzelliğiyle göremezdim geceleri...Bu sefer erkenden yatıp sabah olması için sabırsızlanırdım.Uyanınca da erkenden balkona koşturur yeni günü ilk ben selamlardım.

Kışın genelde evde olduğum için dürbünümü bir yere kaldırır fazla kullanmazdım, kışları çok sevmezdim bu yüzden.Bütün kış bir an önce yaz gelmesini ister ve neler yapacağımı hayal ederdim.Yaz gelince de gördüklerimi...Saf bir sevinçle, en küçük detayı kaçırmadan, orada yaşıyor ve o havayı soluyor gibi hem de...

Büyüdükçe bu yerleri sürekli görebilmek, kendimi orada hayal edebilmek için tüm bu yerleri kendimce resmetmek istedim.Bir ağaç, bir Rum evi, iskele, mavi ve yeşil,martılar ve çakıl taşları...

Zihnimde canlandırdıklarımı ellerimle tam anlamıyla aktaramasam da beyaz bir kağıda, yine de sürekli gözümün önünde oluyorlardı.Sadece bir hayal olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüşlerdi renkleri birbirine karışmış pastel boyalarımla.

Bir gün evde bir resim buldum.Daha önceleri "göz gezdirdiğim" yerler gibiydi.Bu sefer ona baktıp kurdum hayallerimi ancak yine de bir eksiklik vardı.O gördüğüm yerlere çok benziyordu ama yine de önceden burayı hiç görmemiştim, çizdiğim resimdeki yer değildi.Bu nedenle benim çizdiğim resim bile bu fotoğraftan çok daha gerçekçiydi; çünkü tamamen orayı düşünerek çizmiştim onu.

Yine de bir gün ,"İşi eldeki karışık pastel boyalara ve ellerime bırakmaktansa gördüklerimi tıpkı bu fotoğraf gibi zihnimle ve gözlerimle resmedebilirim."diye düşündüm.Mantıklıydı da, hem bir başka fotoğrafla hayal kurmaktansa kendi gördüğüm ve çektiğim resimlere bakar onlarla hayal kurar, hem de resim çizmekte başarısız olan ellerimi de bir şekilde kullanabilirdim.Anı donduracak, tüm duygularıyla saklayıp hapsedecek o mucizevi makinayı tutmak için örneğin...Ve böylece başladı işte fotoğraf sevdam.


Ne kadar başarılı olamasam da durmadan fotoğraf çekiyordum.Bu öylesine eğlenceli geliyordu ki...Bir tuşla kaydediyordum hayallerimi; gördüğüm güzel bir anı, gün batımını, tekneleri,denizi ve çakıl taşlarını...

Artık araç değildi bunların hiçbiri , amaç olmuşlardı benim için.Her zamanki kadar gösterişsiz, süssüz, saf ama basit değillerdi.Git gide daha çok ilgi çekici geliyorlardı.Sanki istedikleri benim onları görüp yakalamamdı.

Ben de bu istediklerini yapıyor en küçük ayrıntıyı yakalamaya çalışıyordum.Bazı günler balkondan görünen bir manzarayı, bazı günler de bir ağacın yaprakları arasından süzülen gün ışınlarını donduruyordum.Başka başka yerleri, sokakları, mekanları...Gerçekten de çok zevkli birşeydi bu; çünkü o yakalanan kare, bir zaman dilimi, bir saniye hatta salise, belki daha da küçük...yani tanımlaması zor olan sadece bir an, aslında öylesine büyüyor,genişliyor ve güzelleşiyordu ki bir tuşla.

Örneğin; hiç birimiz istesek de hayatımızı dondurup yüzyıllarca saklayamayız ve sürekli varolamayız.Oysa herhangi bir an, ne kadar basit bir karede hapsolmuş olursa olsun, yüzyıllarca o donukluğuyla ama bir yandan da onu yakalayanın ve yakalananların o an içlerinden fışkıran duygularla hala canlılık belirtisi göstererek varolabilir.İşte dondurulan bu anlar, hayallerle harmanlanıp bir çekmecede saklanabilir bazen.O saklandığı yerden tesadüfen bulunduğundaysa o resimdeki gülen yüzlerin masumluğu sarar insanı.O anın çok öncelerde kalmış olmasına rağmen onu yakalayıp elinizde tuttuğunuz için şanslı hissedersiniz kendinizi.O andan öncesini ve sonrasını düşünür, yaşanmışlıkları hayal edersiniz.Elinizdeki resmin içinden bakarsınız bu sefer kendinize ve o fotoğraftaki yüzleri andıran bir gülümseme yayılır yüzünüze.Belki buruk, belki sevinç, belki de özlem dolu ama yine de o günkü gibi taptaze bir gülümseme...Aslında hiç ölmemiş olan duygular canlanır zihninizde ve bu his herneyse o kadar güzeldir ki tamamen o ana hapsolur kalırsınız.... İşte bu anlamlandıramadığınız his hayaldir ve hayal kurmak gerçekten de çok güzeldir!

15 Şubat 2009 Pazar

zıp zıp zıp...zıp (2)

*Yine yeni yeniden mi demeliii?
*Kız "gurusu" olmak istiyorum!
*8. sınıf nasıldı diye soranlara,din dersinde bi gudiğin söz alıp "Hristiyanlığın özü şu vaftizse balıklar doğuştan mı vaftizli?" sorusunu sorduğu bi yıldı diye tanımlıyorum ...kısaca vahim!
*Zorro güzellik olmaz Köstebek!
*Bir gün gelecek ben de Lost izlicem!
*Neden Pazar gibi güzelim bir gün Pazartesi gibi abudik gubidik gereksiz saçma sapan bi günden önce geliyor ?Haksızlık!
*Sawyer foreveer yine de kızaam!
*Ey beşameeel sofraların sen yüce bir sosusuuun!
*Feysbuk'un da eski tadı kalmadı he...ışığı gören geldi!
*Bence bu zıpzıptan Lost senden dost olmaz Köstebek!
*Niyet ettim bi sonraki 14 şubatı boş geçirmemeye....
*Her sınavdan önceki gece rüyamda "kaardeşiiiim" diye üstüme üstüme gelen yüzler görüyorum.Bi çare bulmak gerek!
*İstek üzerine komik bulunduğu üzere içinde "hafif argo" söz öbeği bulunan espri aranıyor!Herşeyi bizden beklemeyin di mi?
*Şu partilerin de bi uzaya açılmadığı kaldı.Gidip de dönemeyesiceler!
*"kelebekler köstebekler* ben beklemem" tarzı esprilere adımı alet etmeyin len!
*abudik gubidik twistt twisstt...labduplabaduba twist twisst !
*Bu hafta da sınav var lan!
*Ağzıma leblebi tozu alıp küfretmek istiyorum!
*"Damsız" girilmez diyerek naziklik mi ediyonuz!?
*tost 3 lira, kaşarlı tost 4 lira ne lan?! (sports .)
*70 melyon bizi okuyo şu anda!
*Adıma pasta bile var... (bkz: Köstebek Pasta by D.O)!
*Senin bu yaptığına reklam derler Köstebek !
*Spiderman Arap televizyonunda Haşaret-ül Adem diye geçse hoş olmaz mı !
*Yenmeyen balıkların çorba olması çok acı...Onların da ızgara tava olmaya hakkı var bence!
*Osmanlı zamanında feysbuk olaydı ne hoş olurdu.Hutbeler online olaraktan elimize geçerdi!
*Kordon'da gül satan teyzelerden bir türlü kurtulamıyor musunuz?Kesin çözüm: devetabanı isteyin !
*Su gelir güldür güldür,ya da gider paldır küldür,ben bu oyunlara kanmam,gelse bile Azer Bülbül...dermişieem!
*Nükleer başlıklı kız esprisi Türk mizahını yoketmek amaçlı bi nükleer silah bence !?
*Biip isimli süper marketteki biip king'de biip isimli çalışan suflenin dondurmasını torpilli veriyoooooo!!!
*Benzin istasyonlarının bile kredi kartı sponsorları var...gel de ağlama kaderine!
*Ha bi de o çalışan "sipariş veremeyen, verip de alamayan, alıp da memnun kalmayan tüm bunlardan ötürü ağlayan üzülen yataklara düşen var mıı?" gibisinden geyik yapıo..kime sorsanız barnakla gösterir!
*Şu ana kadarki tüm yabancı dil öğretmenlerimin + 100 kg olması...
*Bu arada artık koyunları kuzuları saymıyorum büyükbaşa geçtim.Aradan kaynama, gözden kaçma sonra da başa sarıp tekrar sayma derdi yok...
*Bi zıpzıpcanın daha sonuna geldik, bilgisayarları basından bizleri izleyen herkese iyi akşamlar dileriz efenim...köstebek...

Sevmek istiyorum seni...


İçimden birşeyler yazmak geldiğinde, defterin hep ortalarından bir sayfa seçiyorum.Birşeyin başında ya da devamında olmayan, tamamen farklı ama bütün olarak bakıldığında da bir o kadar aynı olan,el değmemiş,tamamen bana ait bir sayfa...Nedense, güvende hissediyorum kendimi ona birşeyler karalarken ve onu bu güvenle seviyorum.Bir düzene uymamış olmanın özgür rahatlığıyla ve o rahatlığı yansıtan karmakarışık harflerle dolduruyorum üstünü...Başını sonunu düşünmeden sadece o anı yaşayarak yazıyorum...
İşte aynen böyle sevmek istiyorum seni,sadece sevmek...Tıpkı seçtiğim sayfa gibi yegane, herkesten farklı ama bir o kadar da aynı ve yanlız bana ait ol istiyorum.O sayfaya yazarken hissettiğim güveni hissetmek istiyorum seni severken , başını sonunu düşünmeden sadece sevmek istiyorum seni o dağınık karmakarışık harflerle...Derli toplu olmasın ki cümlelerim toparlayıp sıraya sokma onları, sıralayıp da tozlu raflara bırakma.Hem öyle dağınık olsunlar ki henüz ne olduğunu anlayamadan girsinler hayatına...Ama sen bilme cümlelerin sahibini, tanıma belki hatta farketme bile...Farketme ki hayır diyeme ona...ama ben seni seveyim.
Güneş doğmadan, gökyüzünün, gecenin kasvetini henüz üstünden atar atamazken, uyanmakta olan denizin üzerinden kanat çırpan, uykusuz martıların ,sessiz çığlıkları gibi derinden gel...Güneşin doğması gibi beklenen ama bir o kadar da ansızın gel...Bense sahilin hemen kıyısındaki, kiremitten damlı, o eski evin penceresinde bekleyeyim... Güneşin ilk ışığının kamaştırdığı gözlerimle göreyim ve seveyim seni...Hem başakların meltem rüzgarındaki dansıyla zeytinliklerden gelen, iyot kokusuna karışık, taze bahar kokusu da karşılar seni benimle birlikte...
Ben o zaman belki perdenin arkasında olurum ,sen farketmezsin bile beni.Ama sen yine de gel, yeter ki gel; çünkü sadece sevmek istiyorum seni, çok sevmek...

14 Şubat 2009 Cumartesi

sevgililer gününüz kutlu olsun...


Ne güzel şey hatırlamak seni;
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Nazım Hikmet...

Amaç mı yoksa...?

Bir saattir bilgisayarımda "yeni kayıt" sayfası karşımda açık duruyorum.Oysa bundan bir saat önce canım çok yazı yazmak istediği için bu sayfayı açmıştım ancak hala aklıma yazacak birşey gelmedi.Şimdi sorsanız aslında canım hala yazı yazmak istiyor...hatta şimdi de yazıyorum ancak ne yazacağımı bilmiyorum.Belki de bir yazı yazmak için ille de aklında yazacak birşey olması gerekmiyordur sadece içinde bulunduğun durumu da dökebiliyorsundur sözcüklere..Hatta belki de o yazı gerçekten çok güzel bir yazı olur.
Aslında burdan bir konu çıkarabilirim...Bir işi sadece yapmış olmakla onu gerçekten bir amaç için yapmış olmak arasındaki farklar...Burdan da iki sonuç çıkar ki onlar da bu amacın bir konu mu yoksa o iş mi olduğu...Yani şunu söylemeye çalışıyorum senin amacın yaptığın iş mi yoksa anlatmak istediğin şey amaç da sen o işi bunu aktarmak için bir araç olarak mı kullanıyorsun?
Herneyse daha şimdiden aklımda hiç birşey olmamasına rağmen bir araba laf ettim.Ama şimdi bana sorarsanız senin için bu yazı bir amaç mı araç mı diye.. Sanırım amaç ;çünkü ben sadece yazı yazmak istiyordum ve de yazdım.Hepsi bu başka hiçbirşey değil...