köstebek yuvası
30 Mayıs 2012 Çarşamba
Kadınlık zor zanaat.
Devlete sığınayım derken devlet senin insan olarak, kadın olarak elinde olan hakların neyse teker teker eline alıyor ve diyor ki "Hayır arkadaş, bunun doğrusu bu bunu böyle yapacaksın."
Bir insanın kendi hayatıyla ilgili vereceği kararı, bir çocuk dünyaya getirme veya getirmeme gibi, getirecekse ne şekilde getireceği gibi,verme hakkını nasıl sen kendinde görürsün be adam ? Sen kimsin derler.
Heyecanla beklediğim yeni kararlar var, bakalım daha neler görücez.Yakında olur da "Milletin gözü kayıyor, sonra tecavüz oranları artıyor, sonra e al işte gene kürtaaj" der toplumdan da soyutlarlar kadınları.Olmaz demeyin.
Çünkü tecavüze uğrayan çocukların,kadınların hayatlarını mahvetmek cinayet değil ama tecavüzcüsünün çocuğunu aldırmak cinayet.Tüylerim diken diken oluyor artık.
Merak ediyorum, sayın başbakan bangır bangır "Kürtaj cinayettiiiiir!" diye bağırırken, tecavüze uğramış kadınlarımız için ek bir açıklama yaptı mı? Hayır ben duymadım da.Yoksa "Tecavüz mecavüz Allah'ın verdiği bir evlattır o da doğuracak elbet" mi dedi? Dediyse de valla şaşırmam billa şaşırmam.Der çünkü.
Bu arada İstanbul'a pembebüs'ler geliyor; sadece kadınların binebileceği metrobüsler.Hayırlı olsun.
Şimdi ne oluyor? Bu adam çıkıyor,kendi fikirlerini "Aga ben ne yapıyorum,bana ne lan?" demeden sıralıyor, benim necip Türk milleti de "Ah paşaam, ne dersen doğru dersin,kulun olayım senin" deyip hayatına çomak sokmasına kendi eliyle izin veriyor.Bu böyle olmuştur,böyle olacaktır.Sen çıkarlarından haber ver.Canım ülkem.
Benim şaşırdığım nasıl insanlar bu kadar sessiz? Kendi bedenlerine,kendi hayatlarına,her bir boklarına karışan bir adam varken nasıl kimse çıkıp da "Dur arkadaş,yavaş ol biraz." demiyor? Hoş, deseler çok şey farkeder sanki.
Gel bakayım sana 10 ay, gel bakalım sana 25 ay, aa sen çok bağırdın çok kürtaj yaptırmışsındır sen sana 4 yıl.Arabada beeeş evde onbeş yıl.
24 Mayıs 2012 Perşembe
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Yeni başlangıç.
Her şey olur-muş.Hiçbir şey doğru ya da gerçek değilmiş.İnanmamak lazımmış işte kendi aklından geçenlere bile.O çok sevdiğin insan var ya, hani safça hayaller kurduğun, hiç belli olmaz bir gün senden vazgeçebilir-miş.
Hep duydum bunları, şu uzun olmayan 19 yıllık hayatımın son 4 yılında aklım ermeye başladı anca.Son 1 yıl ise kulak ardı ettim hep, duymadım, duymak istemedim.
Ama...
Hayat böyleymiş,
Her şey
OLUR
muş.
Ama bazen de düşünmüyor değilim, gerçekten bunları okuyan birileri var mı? Hı? Herhangi biri? Orda mısınız?
Neyse boşverin.
22 Mayıs 2012 Salı
22.05.2012
Neyse.Bugün "ne gündü be" diyebileceğim bir gündü gerçekten.Sabah 6.30 da kalktım ki saat 7 de dersim olsa gene kalkmadığım bir saattir, bu yüzdendir ki daha 10 saat uçmadan jetlag olmuş gibiydim.Saat 11 de ben akşam olmuş gibi hissediyordum.
İşte neyse sonra vize görüşmesine gittim, orda bikaç kriz geçirdikten sonra 3 soruyla görüşmeyi atlatıp "bu muydu lan" diyip sonra avel avel dışarı çıktım.Sonra hızlandırılmış paketle bir Ankara gezisi yapıp eve geldim.
Bavul hazırla çık falan derken geldik uçağa veee piyuuu.Artık İzmir'deyim.Yarın da Bostanlı gezisi planlıyoruz Müg'le. Müg = https://twitter.com/#!/MugeSat
Bu arada konudan konuya atlıyorum ama Elif Şafak'ın Aşk'ının İngilizce'sini aldım okuyorum.Bildiğin kitabı İngilizce okumak çok pis hava yapıyo -naa anlıyorum- triplerine giriyorsunuz ki çok hoş bir duygu, tavsiye edilir.
Sonracığıma...öyle işte.Yorgunum, beynim falan durdu sanırım.Benden bugünlük bu kadar.
Bu arada...
21 Mayıs 2012 Pazartesi
Yeni Kayıt !
Bir şeyler yapmalıydım ve yaptım.Son 3 günde toplamda 10 film izledim.Durmadan.Yani belki filmkolikler için bu makul bir sayıdır ama, hey ben böyle biri değildim !
Şu anda da yapmak istediğim onca şey var.Lakin sayısını biliyor olmam ne olduklarını da bildiğim anlamına gelmez.
Önümde nasıl olacağını bilmediğim bir Amerika seyahati var.Orada geçireceğim 4 aya yakın zaman var. Ve biliyor musunuz? Oraya gitmek için bundan daha kötü bir zaman olamazdı.
Neyse konudan sapmaya gerek yok.Gidene kadar nasıl dayanıcam bilmiyorum, gittikten sonrasını düşünmek bile istemiyorum şimdilik.O zamana kadar yapmam gereken bir şeyler var.Kendimi tutamıyorum. Bir uğraş, bir zart zurt bulmam lazım.
Onun bunu okumayacağını biliyorum.Yani en azından yakın zamanda.Ama okursa bilmesini istediğim o kadar şey var ki.Ona söyleyemediğim, içimde tuttuğum.Umarım bir gün söyleyebilirim.Ama şunu buradan da söyleyebilirim ki o gerizakalıyı çok özlüyorum.
Bu arada Kör Nokta'yı izleyin.En son Julia&Julie yi izledim.O da çok iyi.İnsanı mutlu eden filmler.Kafanız dağılır.Diğerleri daha çok kafamı yordu,ağladım falan o yüzden şimdi yazmıyorum.Herhangi başka bir melankolik halime denk gelirseniz burada görebilirsiniz.Çok beklemezsiniz diye düşünüyorum.
Bu arada müthiş bir yemek yapma isteği var içimde.Şu an Ankara'dayım.İzmir'e döndüğümde tüm gün yemek yapıcam sanırsam.Amerika'ya gitmeden önce de evde bir yemek veresim geldi. (keşke gelse)
Neyse işte şimdilik benden bu kadar. Olur da yarın vize alırsam mutlu-mutsuz ortaya karışık bir halde belki birşeyler daha yazarım.Bu saatlerde İzmir'de olucam.
Süt içme vakti.
bonne nuit !
11 Mart 2012 Pazar
Selam yine ben
6 Mart 2012 Salı
19 Temmuz 2011 Salı
13 Haziran 2011 Pazartesi
bir gecede..
20 Nisan 2011 Çarşamba
17 Nisan 2011 Pazar
20 Mart 2011 Pazar
2 Şubat 2011 Çarşamba
geri dönüş
Hayat;
13 Haziran 2009 Cumartesi
Korkak Yalnızlık
Öyle bir duygudur ki yalnızlık;başka duygular gibi paylaştıkça artmaz ya da azalmaz...Örneğin bir mutluluk gibi paylaşınca artan ya da keder gibi paylaşınca azalan bir duygu değildir.Çünkü yalnızlık paylaşılmaz.
Öyle bir duygudur ki yalnızlık;başka duygularla başka insanlarla haşır neşir olmanı istemez.En çok kendisiyle kafa yorulmasını ister.En çok kendisinin can yakmasını.Bencildir de bu yüzden..
Öyle bir duygudur ki yalnızlık; sen ona izin verdin mi, girdi mi bir kere bedenine birdaha asla çıkmaz.Sen çıktığını sanırsın ama o hep oralarda biryerlerdedir.Kandırır seni.Çıkmaz çünkü o biri olmadan yapamaz,yalnızlığı sevmez dedim ya sevmediği kadar da korkar.Çünkü yalnızlık Korkaktır!!!
21 Şubat 2009 Cumartesi
Hayal kurmak güzeldir...
Küçükken en büyük zevkim dürbünle bir yerlere bakmaktı.Karşı adaya, evlere, yollara, yoldan geçen arabalara, gemilere, teknelere, kuşlara, ağaçlara...Ve hayal kurmak onlarla ilgili...O evlerdeki yaşamları, aşınan kaldırımların anlattığı hikayeleri, sokaklardan yayılan buram buram iyot ve balık kokusunu, teknesiyle denize açılan balıkçının düşündüklerini...Farkında bile olmadan saatlerimi geçirirdim bir çift mercek önünde.Bu öylesine hoşuma giderdi ki, herşeyi, o an nerede olduğumu unutup baktığım yerlerde dolanıyor gibi hissederdim kendimi.
Eski bir Rum evinin önünden geçerken selam verirdim Fatma nineye, oradan ayrılıp koşarak iskeleye gider ayaklarımı suya daldırıp önümden geçen balık sürülerini seyrederdim.Ali amca teknesinin motorunu çalıştırıp denizi köpürte köpürte giderken arkasından el sallardım.Sonra sahile gider taş sektirirdim.Tam güneş batmak üzereykense annem beni çağırır ve ayılırdım bu rüyadan. Böyle günlerin gecelerini hiç sevmezdim bu yüzden.Eve dönme vakti gelmiş yani herşey bitmiş olurdu benim için; çünkü hiçbir yeri gündüz güzelliğiyle göremezdim geceleri...Bu sefer erkenden yatıp sabah olması için sabırsızlanırdım.Uyanınca da erkenden balkona koşturur yeni günü ilk ben selamlardım.
Kışın genelde evde olduğum için dürbünümü bir yere kaldırır fazla kullanmazdım, kışları çok sevmezdim bu yüzden.Bütün kış bir an önce yaz gelmesini ister ve neler yapacağımı hayal ederdim.Yaz gelince de gördüklerimi...Saf bir sevinçle, en küçük detayı kaçırmadan, orada yaşıyor ve o havayı soluyor gibi hem de...
Büyüdükçe bu yerleri sürekli görebilmek, kendimi orada hayal edebilmek için tüm bu yerleri kendimce resmetmek istedim.Bir ağaç, bir Rum evi, iskele, mavi ve yeşil,martılar ve çakıl taşları...
Zihnimde canlandırdıklarımı ellerimle tam anlamıyla aktaramasam da beyaz bir kağıda, yine de sürekli gözümün önünde oluyorlardı.Sadece bir hayal olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüşlerdi renkleri birbirine karışmış pastel boyalarımla.
Bir gün evde bir resim buldum.Daha önceleri "göz gezdirdiğim" yerler gibiydi.Bu sefer ona baktıp kurdum hayallerimi ancak yine de bir eksiklik vardı.O gördüğüm yerlere çok benziyordu ama yine de önceden burayı hiç görmemiştim, çizdiğim resimdeki yer değildi.Bu nedenle benim çizdiğim resim bile bu fotoğraftan çok daha gerçekçiydi; çünkü tamamen orayı düşünerek çizmiştim onu.
Yine de bir gün ,"İşi eldeki karışık pastel boyalara ve ellerime bırakmaktansa gördüklerimi tıpkı bu fotoğraf gibi zihnimle ve gözlerimle resmedebilirim."diye düşündüm.Mantıklıydı da, hem bir başka fotoğrafla hayal kurmaktansa kendi gördüğüm ve çektiğim resimlere bakar onlarla hayal kurar, hem de resim çizmekte başarısız olan ellerimi de bir şekilde kullanabilirdim.Anı donduracak, tüm duygularıyla saklayıp hapsedecek o mucizevi makinayı tutmak için örneğin...Ve böylece başladı işte fotoğraf sevdam.
Ne kadar başarılı olamasam da durmadan fotoğraf çekiyordum.Bu öylesine eğlenceli geliyordu ki...Bir tuşla kaydediyordum hayallerimi; gördüğüm güzel bir anı, gün batımını, tekneleri,denizi ve çakıl taşlarını...
Artık araç değildi bunların hiçbiri , amaç olmuşlardı benim için.Her zamanki kadar gösterişsiz, süssüz, saf ama basit değillerdi.Git gide daha çok ilgi çekici geliyorlardı.Sanki istedikleri benim onları görüp yakalamamdı.
Ben de bu istediklerini yapıyor en küçük ayrıntıyı yakalamaya çalışıyordum.Bazı günler balkondan görünen bir manzarayı, bazı günler de bir ağacın yaprakları arasından süzülen gün ışınlarını donduruyordum.Başka başka yerleri, sokakları, mekanları...Gerçekten de çok zevkli birşeydi bu; çünkü o yakalanan kare, bir zaman dilimi, bir saniye hatta salise, belki daha da küçük...yani tanımlaması zor olan sadece bir an, aslında öylesine büyüyor,genişliyor ve güzelleşiyordu ki bir tuşla.
Örneğin; hiç birimiz istesek de hayatımızı dondurup yüzyıllarca saklayamayız ve sürekli varolamayız.Oysa herhangi bir an, ne kadar basit bir karede hapsolmuş olursa olsun, yüzyıllarca o donukluğuyla ama bir yandan da onu yakalayanın ve yakalananların o an içlerinden fışkıran duygularla hala canlılık belirtisi göstererek varolabilir.İşte dondurulan bu anlar, hayallerle harmanlanıp bir çekmecede saklanabilir bazen.O saklandığı yerden tesadüfen bulunduğundaysa o resimdeki gülen yüzlerin masumluğu sarar insanı.O anın çok öncelerde kalmış olmasına rağmen onu yakalayıp elinizde tuttuğunuz için şanslı hissedersiniz kendinizi.O andan öncesini ve sonrasını düşünür, yaşanmışlıkları hayal edersiniz.Elinizdeki resmin içinden bakarsınız bu sefer kendinize ve o fotoğraftaki yüzleri andıran bir gülümseme yayılır yüzünüze.Belki buruk, belki sevinç, belki de özlem dolu ama yine de o günkü gibi taptaze bir gülümseme...Aslında hiç ölmemiş olan duygular canlanır zihninizde ve bu his herneyse o kadar güzeldir ki tamamen o ana hapsolur kalırsınız.... İşte bu anlamlandıramadığınız his hayaldir ve hayal kurmak gerçekten de çok güzeldir!
15 Şubat 2009 Pazar
zıp zıp zıp...zıp (2)
*Kız "gurusu" olmak istiyorum!
*8. sınıf nasıldı diye soranlara,din dersinde bi gudiğin söz alıp "Hristiyanlığın özü şu vaftizse balıklar doğuştan mı vaftizli?" sorusunu sorduğu bi yıldı diye tanımlıyorum ...kısaca vahim!
*Zorro güzellik olmaz Köstebek!
*Bir gün gelecek ben de Lost izlicem!
*Neden Pazar gibi güzelim bir gün Pazartesi gibi abudik gubidik gereksiz saçma sapan bi günden önce geliyor ?Haksızlık!
*Sawyer foreveer yine de kızaam!
*Ey beşameeel sofraların sen yüce bir sosusuuun!
*Feysbuk'un da eski tadı kalmadı he...ışığı gören geldi!
*Bence bu zıpzıptan Lost senden dost olmaz Köstebek!
*Niyet ettim bi sonraki 14 şubatı boş geçirmemeye....
*Her sınavdan önceki gece rüyamda "kaardeşiiiim" diye üstüme üstüme gelen yüzler görüyorum.Bi çare bulmak gerek!
*İstek üzerine komik bulunduğu üzere içinde "hafif argo" söz öbeği bulunan espri aranıyor!Herşeyi bizden beklemeyin di mi?
*Şu partilerin de bi uzaya açılmadığı kaldı.Gidip de dönemeyesiceler!
*"kelebekler köstebekler* ben beklemem" tarzı esprilere adımı alet etmeyin len!
*abudik gubidik twistt twisstt...labduplabaduba twist twisst !
*Bu hafta da sınav var lan!
*Ağzıma leblebi tozu alıp küfretmek istiyorum!
*"Damsız" girilmez diyerek naziklik mi ediyonuz!?
*tost 3 lira, kaşarlı tost 4 lira ne lan?! (sports .)
*70 melyon bizi okuyo şu anda!
*Adıma pasta bile var... (bkz: Köstebek Pasta by D.O)!
*Senin bu yaptığına reklam derler Köstebek !
*Spiderman Arap televizyonunda Haşaret-ül Adem diye geçse hoş olmaz mı !
*Yenmeyen balıkların çorba olması çok acı...Onların da ızgara tava olmaya hakkı var bence!
*Osmanlı zamanında feysbuk olaydı ne hoş olurdu.Hutbeler online olaraktan elimize geçerdi!
*Kordon'da gül satan teyzelerden bir türlü kurtulamıyor musunuz?Kesin çözüm: devetabanı isteyin !
*Su gelir güldür güldür,ya da gider paldır küldür,ben bu oyunlara kanmam,gelse bile Azer Bülbül...dermişieem!
*Nükleer başlıklı kız esprisi Türk mizahını yoketmek amaçlı bi nükleer silah bence !?
*Biip isimli süper marketteki biip king'de biip isimli çalışan suflenin dondurmasını torpilli veriyoooooo!!!
*Benzin istasyonlarının bile kredi kartı sponsorları var...gel de ağlama kaderine!
*Ha bi de o çalışan "sipariş veremeyen, verip de alamayan, alıp da memnun kalmayan tüm bunlardan ötürü ağlayan üzülen yataklara düşen var mıı?" gibisinden geyik yapıo..kime sorsanız barnakla gösterir!
*Şu ana kadarki tüm yabancı dil öğretmenlerimin + 100 kg olması...
*Bu arada artık koyunları kuzuları saymıyorum büyükbaşa geçtim.Aradan kaynama, gözden kaçma sonra da başa sarıp tekrar sayma derdi yok...
*Bi zıpzıpcanın daha sonuna geldik, bilgisayarları basından bizleri izleyen herkese iyi akşamlar dileriz efenim...köstebek...
Sevmek istiyorum seni...
İçimden birşeyler yazmak geldiğinde, defterin hep ortalarından bir sayfa seçiyorum.Birşeyin başında ya da devamında olmayan, tamamen farklı ama bütün olarak bakıldığında da bir o kadar aynı olan,el değmemiş,tamamen bana ait bir sayfa...Nedense, güvende hissediyorum kendimi ona birşeyler karalarken ve onu bu güvenle seviyorum.Bir düzene uymamış olmanın özgür rahatlığıyla ve o rahatlığı yansıtan karmakarışık harflerle dolduruyorum üstünü...Başını sonunu düşünmeden sadece o anı yaşayarak yazıyorum...
İşte aynen böyle sevmek istiyorum seni,sadece sevmek...Tıpkı seçtiğim sayfa gibi yegane, herkesten farklı ama bir o kadar da aynı ve yanlız bana ait ol istiyorum.O sayfaya yazarken hissettiğim güveni hissetmek istiyorum seni severken , başını sonunu düşünmeden sadece sevmek istiyorum seni o dağınık karmakarışık harflerle...Derli toplu olmasın ki cümlelerim toparlayıp sıraya sokma onları, sıralayıp da tozlu raflara bırakma.Hem öyle dağınık olsunlar ki henüz ne olduğunu anlayamadan girsinler hayatına...Ama sen bilme cümlelerin sahibini, tanıma belki hatta farketme bile...Farketme ki hayır diyeme ona...ama ben seni seveyim.
Güneş doğmadan, gökyüzünün, gecenin kasvetini henüz üstünden atar atamazken, uyanmakta olan denizin üzerinden kanat çırpan, uykusuz martıların ,sessiz çığlıkları gibi derinden gel...Güneşin doğması gibi beklenen ama bir o kadar da ansızın gel...Bense sahilin hemen kıyısındaki, kiremitten damlı, o eski evin penceresinde bekleyeyim... Güneşin ilk ışığının kamaştırdığı gözlerimle göreyim ve seveyim seni...Hem başakların meltem rüzgarındaki dansıyla zeytinliklerden gelen, iyot kokusuna karışık, taze bahar kokusu da karşılar seni benimle birlikte...
Ben o zaman belki perdenin arkasında olurum ,sen farketmezsin bile beni.Ama sen yine de gel, yeter ki gel; çünkü sadece sevmek istiyorum seni, çok sevmek...
14 Şubat 2009 Cumartesi
sevgililer gününüz kutlu olsun...
Ne güzel şey hatırlamak seni;
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Nazım Hikmet...
Amaç mı yoksa...?
Aslında burdan bir konu çıkarabilirim...Bir işi sadece yapmış olmakla onu gerçekten bir amaç için yapmış olmak arasındaki farklar...Burdan da iki sonuç çıkar ki onlar da bu amacın bir konu mu yoksa o iş mi olduğu...Yani şunu söylemeye çalışıyorum senin amacın yaptığın iş mi yoksa anlatmak istediğin şey amaç da sen o işi bunu aktarmak için bir araç olarak mı kullanıyorsun?
Herneyse daha şimdiden aklımda hiç birşey olmamasına rağmen bir araba laf ettim.Ama şimdi bana sorarsanız senin için bu yazı bir amaç mı araç mı diye.. Sanırım amaç ;çünkü ben sadece yazı yazmak istiyordum ve de yazdım.Hepsi bu başka hiçbirşey değil...
21 Kasım 2008 Cuma
Mod: hasta...
"hatmi çiçeği,ıhlamur,ayva,
kuşburnu,karanfil,elma,
zencefil,tarçın,limon"..bir kapta karıştı mı ne de güzel gelir hastalık((:
12 Kasım 2008 Çarşamba
Orjinal bir gün..
Her zamanki gibi okula gittim derse girdim falan filan... sıradan sıradan sıradan işte..Sonradan bir haber değiştirmiş olabilir belki ancak değişen bu günüm değil yarınım oldu;
Yarınki sempozyumda kimya deneyini anlatmak bana düştü yani yarın okula gidip saat 9 dan akşam 4 e kadar stantta durup soranlara deney anlatıcam ürün tanıtıyor gibi..Tabi bunu ben istedim çünkü ucunda kimyadan sözlü notu olarak bi 100 var :)
Öğleden sonraki 3 dersi bu deneyin düzeneğini kurmak ve bilgi toplamak için labaratuvarda ve kütüphanede geçirdim.Kütüphanede olma kısmı güzeldi çünkü araştırma yapmak dışında herşeyi yaptık :)
Son olarak dersler bitti her zamanki yorgunlukla evin yolunu tuttuk, ancak bu sefer bu yorgunluğa rağmen otobüsle değil de yürüyerek gitmeye ve alt yoldan yürümeye karar verdik.Üstüne üstlük eve yetişmemiz gerektiği halde sallana sallana...
Okul merdivenlerinden aşağıya indik ve günün geyiğini yaparak yola devam ettik.Herşey normaldi aslında,her gün olan şeyler yani..........Ta ki yıllar önce çalınan bisikletimi yolda görene kadar!!! (yıllar önce kaybolan kardeşimi görene kadar der gibi oldu)
(bu kadar küçük değil tabii :))
Yırtık selesiyle morlu pembeli demirleriyle gerçekten oydu(çok hüzünlü oldu sanki :)Yolun ortasında öylesine duruyordu, dondum kaldım resmen o an ve bir anda "İnanmıyorum bu benim çalınan bisikletim!" diye bağırdım ama bir yandan da acaba onun aynısı olan başka bir bisiklet mi diye düşünüyordum... Ancak sonra çok garip birşey oldu; bir adam bankadan çıktı bana kötü bir bakış atarak bisikleti alıp arkasına bakmadan hızlanarak oradan uzaklaştı.O anda gördüm ki bisikletin yanında benim 5 yıl önce yapıştırdığım çıkartma da duruyordu... Aynı yerinde ve hiç değişmeden.Bunu gördüğüm anda tekrar kendimi tutamayarak "Ya bu gerçekten o" diye tekrar bağırdım. Ancak çok geçti.. adam bisikletimle çoktan kaybolmuştu.
Daha sonra bunların hiçbiri olmamış gibi normal yolumuza devam ettik ve eve ulaştık.Hiç kimseye bu olaya bahsetmeden normal yaşantıma günün yorgunluğuyla devam ettim.
Aslında düşünüyorum da aslında ne kadar da garip bir gündü...Şimdi hatırladım, bir kaç gün önce geçmişti bisikletimin muhabbeti,nasıl da üzülmüştüm çalındığında diye düşünmüştüm daha geçen gün.Bugünse onu karşımda gördüm hem de çok garip bir olaylar dizisiyle.Önce otobüsle değil, zamanımızın az olmasına rağmen yürüyerek gitmeye karar verdik ve bunun sayesinde onu gördüm.
Bugün olanlar o kadar garip ki aslında, "Acaba bunların hepsi tesadüf mü yoksa gerçekten yaşadıklarımızı önceden belirleyen birşey mi var?" diye düşünmüyor değilim. Bir de siz düşünün bakalım,ne dersiniz?
6 Kasım 2008 Perşembe
okulda..
(bu lafımın üzerine yanımdaki arkadasım "sen de Güzin abla moduna girdin" dedi :D:D)
açıkçası girdim sanki..bundan sonra sizden sorular alıp onlara yardımcı olmaya çalışabilirim gönül dostları :))
ne diyordum ..ha evet günüm değişikti. aslında monoton okul hayatı dışında değişik bişey yoktu okula gittim derslere girdim şimdi de son derste kulüpteyim ammmaaa.. ne sihirdir ne keramet günde bir gariplik var efenim... anlamıs değilim ama her günden farklı bir gün sanki, belki de bu günün kendine özel farklılığıdır benim buraya şu anda bunları yazmamı sağlayan.
herneyse daha fazla uzatmaya gerek de yok zaten her an zil çalabilir :D
hoşçakalııınnnn...!!!(umarım yazım silinmez!)
(sonradan eklenti: farklı bilgisayardan yazdığım için ve bilgisayarda da abudik gubidik sorunlar olduğu için yazımın çıkmama olasılığı vardı o yüzden yazmıstım şu son parantezi ama ne mutludur ki silinmemiş ilk günkü tazeliğiyle karşınızda efenim.. )
3 Eylül 2008 Çarşamba
zıp zıp zıp.....zıp
*Doğru kasayı seçmek bir sanattır,düşünmeniz gereken çok şey vardır!
*Misal?
*Oo piti piti her zaman iyidir!
*Ben hakimim masum bey!
*Bi keresinde din sınavında bilemediğim soruya "allah bilir" yazmıstım.Sınavdan 0 aldım
*Kültablasını hep zeytin çekirdeğiyle doldurmuşsunuz,iyice soğuttunuz beni kahvaltı ortamlarından!(penguen)
*Otobüse binmek zaman kazandırıyor ama insanın hayatını uzatmıyor...
*Bazen yanımda birinin olduğunu hissediyorum,kolu kesilen birinin kolunu hissetmesi gibi...
*İnsanlara kendilerini tekrarlatılması ne kadar da sinir bozucu!
*Sinir bozucu ?
*...
*Herşeyi yaptım kuzuları da saydım cık yok uykum gelmiyor...
*Bu ekmek neden bu kadar büyük biliyormusun, seni daha fazla doyurabilmek için köstebek!
*Fukaranın düşkünü g-string giyer kış günü!
*Peki bu espri neden bu kadar komik biliyormusun,seni daha fazla güldürebilmek için köstebek!
*Bu hafta sayısalda 4 tutturdum... az değil 10 milyon
*Köstii çok tatlısın benimle çıkarmısın?
*Gel tanısalım önce ben kısaca E.E, ama sen bana uzun uzun seni tanıyorum de!
*Eski hatıra defterimi buldum.1. sınıfta herkes beni pek severmiş...
*Babam bana küçükken piyano çalarken şirinleri gördüğünü söylemişti.Sırf bunun için piyanoya başlamayı istedim.Büyüyünce öğrendim ki babam hayatında hiç bir müzik aletiyle yüz göz olmamıs!
*Yeni defterde henüz hiç yazı yok!
*Eskiden Çılgın bediş vardı okulda onu taklit ederdim!
*Benim bana yetecek kadar kötü tecrübem var!
*Arada durup gülesin geldiğinde insanların onlara güldüğünü düşünmesi çok üzücü.Açıklayamıyorsun da...
*Dün gece rüyamda hamileydim!!
*Kimden?
*Bilmem o kısımda sansür vardı seçemedim...
*Süt içtim ama gene uykum yok.Laktoz salgılamam mı durdu acaba.Ambulaaaansss!!
*Kurtlar vadisini hiç sevmiyorum.Tuvalete gidip gelinceye kadar 8 kişi ölüyor...
*Tevgi birazdan uzun sarı saçların olucak tevgi!
*Nasıl yani?
*Makarna tenceresini kafana geçiricem!
*Gözlerin acımaya başlarsa bu ne demektir?
*Şimdi bunun bir çok bilimsel açıklaması var tabi bazı kaynaklara göre katarakt bazı kaynaklara göre yine kalı bişi bazı kaynak...
"Gülmek"
Ne olursa olsun bu sözü her duyduğumda güleceğim varsa da vazgeçiveriyorum birden.İnsana bir anda bir önlem alması gerektiğini düşündürüyor.Gülmekten soğutuyor yeterince.
Hayır anlamam...Neden doya doya yüzün kıpkırmızı domates gibi oluncaya karın kasların isyan edercesine kasılıncaya kadar gülmek varken sonradan tam tersinin olacağını düşünüp bu lafı söyleyip de bu muhteşem görsel şovu çevremizdeki insanlardan esirgiyoruz ki?O lafın yerine "Oh çok güldük iyi kas yapmışızdır erisin göbüşler" demiyoruz mesela?İnsanı gülmeye ve güldürtmeye teşvik eden bir cümle değil mi sizce de?
Arkadaşlarla geçirilen bir gün içinde bir espriye korkusuzca dışarıdan nasıl göründüğünü düşünmeden kasılmıs domates kıvamında elimizi kolumuzu sağa sola çarparak bazen de anırarak gülmek varken neden tedirgince hafiften sırıtarak içten"Aman sonradan ağlamayalım" diye düşünüyoruz ki?(olayı böyle tasvir edince aslında mantıklı gibi ama :D)Yine de "ki"le biten sorular bitmez...
Dediğim gibi küçüklüğümden beri pek de anlam veremedim.Hangi mantığın meyvesi bir cümledir orasını bilemem ama önlem niteliğinde söylenen bu cümle her seferinde sinirimi bozmaya yetmiştir efenim.
Şu meşhur "ki"li sorulardan geçmiştir aklımdan..."Önemli olan o an değil midir de sonrasından korkarız ki?"Hem ne demişler; Vodafone anı yaşa!!!;)
(Aslında konuyu buraya getirmeye çalışıyordum.Bloga reklam almaya karar verdim de :P)
Şaka bir yana...uzun zaman sonra blog sayfama kondurulan bu harfler bütünlüğünden çıkan son günlerde pek de ihtiyacımız olan (en azından benim için)"Gülmek"temasını da böyle bir geçmişten kalma anlamsızlıklar yığınıyla sunmuş oldum.Belki sizlerin de aklında geçmişten kalma bir yığın vardır ve burda onlara cevap bulabilirsiniz demeyi isterdim..... ancak üzgünüm yenilerini eklemiş olucaksınız =)...Her neyse sevgili okurlarım...sizlere sonunu düşünmeden korkusuzca bol kahkahalı günler dilerim efenim..saygılar!!
27 Mayıs 2008 Salı
"Çin Seddi'nin bitiminden sonraki konuşmalar"
-gel bakayım sen şöyle!
-çin seddini yapanlardan birinin annesi:
-oglum bak sen gerizekalı değilsin demekki çalışınca oluyomuş.
-imparatorum emriniz üzerine çin seddini bitirdik efendim
-ulan malmısınız.. ben sizinle dalga geçmiştim o kadar duvar örülür mü hiç denyolar
-güzel oldu ama şimdi ilerde birileri çıkıp bunu uzaylılar yaptı derler.
-ben sana set yapamazsın demedim , duvarcı ustası olamazsın dedim
-oh hele şükür bitti çing
-ne bitti çang?
-çin seddi mi çang !
-sana kim yap dedi ki çang ?
-.......
-oha felan oldum abi yaa!!
-anaaa dalmışız örmeye kaç metre olmuş bu be?!
- yanlış olmuş yıkın!
- ehuhehe şaka lan şaka
- ulan imparator diye başımıza getirdiğimiz adama bak.ne pis bi insanmış bu ya
-fazla mı gaza geldik lan, uzun oldu sanki..?!?
-ustabaşı : yüce imparatorum dünyanın en uzun duvarının yapımını tamamladık.
-imparator : aslında işlevi önemli.
- abi o kadar yaptık acaba uzaydan görünür mü?
- o ne ki?
- bilmem içimden geldi öyle.
- keşke daha derli toplu bir şey yapsaydık. fotoğraf makinesine sığmaz bu.
-oha, yok daha neler?
-berline de duvar falan yaparlarsa ya?
-berlin neresi be?
-ne bilim budha sööletti heralde...
-neden yaptın abi?
-yapamazsın dediler.
-aaa? lan duvarı dışardan örmüşüz, biz nası gircez lan içeri
-Ney??
- abi biz bu seddi yaptık ama türkler göç etmiş be abi..
- hasssssss...
24 Nisan 2008 Perşembe
istemek...
Mutlu olmak istedim bugün sadece, içimi dökmek, rahatlamak...Birilerine anlatmak istedim birşeyleri,o birilerinin sadece duvara çizilmiş resimler olduğunu bilsem bile....Özgür olup uçmak istedim, kimseye hesap vermezcesine.Sabah uyandığımda gülümsemek istedim yeni doğan güne,gecenin arkada kaldığını ve herşeyin iyi olacağını bilircesine...Ağlamak istedim hıçkıra hıçkıra ama bu sefer sevinçlerim neden olsun istedim damlaların her birine.Yok olup gitmek istedim birden, geride bıraktıklarımı düşünmezcesine ve içim rahat gözümü yummak istedim tekrar,duvarın arkasındakilerden umudumu çoktan yitirmişcesine.......Yaşamak istedim bir günü kelebeklerin o doyumsuz ömürleri gibi ve her anını hissedercesine...
//eren...//
16 Mart 2008 Pazar
Dediler ki...
"Gülerken gülünen,yenerken yenilen,küserken küsülen,kızarken kızılan,söverken sövülen,hatta döverken dövülen olmak gibi severken sevilen olmak da var"mış...
çocukluklarım ve bugüne yansımalar
Onun anlattığına göre yakın zamanda bir tanıdığı ölmüştü ve bana şunları söylemişti ona anlatanların ağzıyla: "ölünce seni de yıkayacaklar ondan sonra kefen giydirip tabutun içine koyacaklar sonra herkes taşıyıp seni mezara gömecek üstüne de toprak atacaklar sen de mezarlıkta diğer ölüler gibi yatacaksın".
Bir an çok ürkmüştüm.Ölümden değil de annemi de birgün o şekilde kaybedebileceğim gerçeği gelmişti aklıma ve öylesine korkmuştum ki.O benim herşeyimdi, annemdi, gece sarılıp yattığım, sabah öpücüğüyle kalktığım, uykuya dalarken ağzından çıkan sözcüklerinin hayaliyle ve sevgi dolu sesiyle rüyama geçtiğim, aslında o yaşlarda tek gerçeğimdi.Ama ölüm de bir gerçekti ve "anne" kelimesiyle "ölüm" kelimesini bir arada tutamıyordum.Aslında anneme ölümü hiç mi hiç yakıştıramıyordum.
Sonraki günler hep o düşünceyle geçti...Rüyalarımda annemin masallarını değil hep o anı görüyordum ve o zamandan beri her gece aynı şeyi düşünüyordum.Ara sıra diğer aile üyeleri de bu konuyla ilgili konuşmalara başlamışlardı.(Ya da hep konuşuyorlardı ama ben önceleri bu konuyu umursamadığımdan dikkat etmiyordum) "Öldükten sonra herkes bir arada olucak ve sonsuza kadar yaşayacağız."Bunu öğrendikten sonra içim biraz olsun rahatlamaya başlamıştı.Ölsek bile yıllar sonra o yine yitirdiklerimle bir arada olabileceğim ve yine onların yanında yaşamaya devam edebileceğim.Sonsuza dek!
İşte bütün bunlardan dolayı yıllardır içinden çıkamadım bir soru:"Sonsuzluk?".Sonsuzluk nasıl birşey ki?Hep düşünüyordum hiçbirşeyin sonu yok sürekli yaşıyorsun sanki bir dipsiz kuyudan düşüyormuşsun gibi sürekli,durmaksızın,sonunu görmeden ve ne olacağını bilmeden.
Herkes derdi ki ölünce, ömrünü iyilikle geçirenler cennet denen yere, kötülükle geçirenlerse cehennem denen yere giderler...Ama bana kalsa bu böyle değil, olmamalı!Sonuçta ölüm de bir rüya değil mi ki?Rüyaya dalmadan önce aklımızda ne varsa onu görmüyor muyuz?
Ya inanmayanlar,ölümden sonraki yaşama inanmadıkları için sadece derin bir uykuya mı dalarlar hiç bir şey olmaksızın?
Hani hep sorarlar ya ölümden korkarmısın diye... Eskiden korkardım hatta nefret ederdim.Çünkü onu beni sevdiklerimden ayırabilecek tek şey olarak görürdüm.
(Kısa bir ara...kafamı toplamam gerek..:)
Son olarak demem o ki hayat değil ölümdür affetmeyen.Hayatta herşeyin bir yolu vardır ancak sen zamansız ölümü seçersen uykudan uyanmayı seçemezsin.Öyle cezalandırır seni.Ancak zamanını beklersen ondan güzel ödül de yoktur şu"hayatta*".
Düşündüm de galiba insanların ölümden korkmasının nedeni "son" değil de "sonsuzluk" kavramı.Çünkü aslında "son" o kadar güvenli geliyor ki insana.Herşeyin bittiği an,herşeyin sonu...Varlığını bütünüyle saran bir yokoluş...Oysa "sonsuzluk" o kadar havada,buz gibi soğuk ve o kadar güvensiz ki bir anda o dipsiz kuyuda görüyor insan kendini tutunacak bir dal olmaksızın...Ve işte tam böyle zamanlarda diyor ki benliğim kendime..." boşlukta kaldığın zaman kendine sarıl o seni oradan kurtarır,ama diyorsan ki sarılacak bir ben bile yok, o zaman boşluğa tutun o seni senle tanıştırır"
5 Şubat 2008 Salı
karmaşıklaşmaktayım...
Aslında biraz da bununla ilgili yazacaklarım.Çoğu zaman bir şeye kendimizi kaptıramamaktan yakınırız.Yada hiçbirşeye kaptırma gereksinimimiz olmasa bile bi anda kafamızın ne kadar da karışık olduğunu ne kadar da düşünce ile dolu olduğunu farkederiz.(ki bu da o düşüncelerden biridir aslında-kısır döngü mübarek).Bizim için öyle boş geçirilesi zamanlardır ki bunlar.O an herkes için öyle olsun isteriz.Ama iş ya hemen biri çıkar ordan "şöyle şöyle oldu bana bi yardım et gözünü seviim derdim çok!" ...şimdi ne diceksin? Bişey söylemesen olmaz söylesen saçmalarsın...şu sakal bıyık olayı işte.
Kimi okuyanların "ya bu ne şimdi? ne saçma yazı" kimi okuyanların da "lan hakkat bana da öyle oluyor" dediğini duyar gibiyim. Eğer siz de ikinci kategorideyseniz demem o ki takmayınız!
"Nasıl takmayalım ya sinir ederler adamı" ve de"Valla ya ne takacam kafaya" sesleri yükselmeye başladı gibi gibi... 1. kategorisindeyseniz yazıyı tekrar okuyup sondaki yönergelere uymanızı temenni ederim... 2. dekilere söyliycek tek lafım:bendensiniz gönül dostları!
31 Ocak 2008 Perşembe
"İçtenlik" herşeyi kurtarır mı?
Neyse aslında beni bu kadar şaşırtan bir çok olay oldu ama artık şu konuya değinmeliyim dediğim bir şey geldi başıma.Baya zor bi dönemimde karşıma çıkan ve bana çoğu kişiden daha çok yardım eden biri vardı.Baya uzun zaman onun yokluğu değim yerindeyse koymuştu bana.Bana o kadar yardım etmesinin nedeni de aslında hiç olmayacak dediğim bir şeyin aslında olduğunu ya da olabileceğini farkettirmesiydi bana.Yokluğunun koymasının nedeni de tekrar eskiye dönmekten korkmamdı biraz güvensizlik gibi birşey.(Hani bazen birilerinin varlıkları size güven verir de onlar olmadığında kendinizi yanlız hissedersiniz..)
Herneyse bu konu böyle uzar gider..gelgelelim böyle insanlar ya da böyle düşündürten şeyler olur da bi an kendinizi öyle çaresiz hissedersiniz ki ne yaparsanız yapın ne kadar çabalarsanız çabalayın elinizden hiçbirşey gelmeyeceğini düşünürsünüz, tekrar istediğiniz gibi olmayacağını hiçbirşeyin...O zaman sadece istersiniz;hiç bir çıkar düşünmeden, çıkar düşünmeyi akıldan bile geçirmeden, belki farkına bile varmazsınız hani...Ya da o dediğiniz, istediğiniz olur da o zaman farkedersiniz yaptığınızı (sonra da çakallık edip dur tekrar içten diliyo gibi yapiim oluyo vallaha falan dersiniz)İşte o dediğim oldu benim de hem de hiç ummadığım bir şekilde.
Böyle anların büyüleri mi vardır tesadüf müdür yoksa kader mi?Kaderciliğe inanmalı mıyım yoksa?İyi de şu durumda kaderi kendim yapmış oluyorum o zaman tesadüf de diyemem büyüsü falan mı var?Ya da içtenlik mi tek neden?Ne kadar düşünürsem düşüneyim çıkamıycam galiba işin içinden.Aslında şimdi düşünüyorum da ah o anı yakalasam tekrar başka bir şey diler miydim?İşte hani deriz ya keşke başka bir şey dileseymişim diye...Aslında tam da cevap bu: bunu demeyi bile düşünmediğimiz anların büyüsü "sanırım" bunlar.
29 Ocak 2008 Salı
Bir bakalım köstebek bugün naapmısş?
Öncelikle sabah waffle yeme umuduyla kalktımm..Sonra baktım olmıcak kancayı pizzaya attım sora da somonla yetindim de neyse...
Sonra dedim ki en sevdiğim yüce ders geometriden bir kaç soru çözeyim.Gelgelelim oturdum masaya efenim ancak soru bana bakıyor ben ona..Sıkıldım kalktım,bir baktım ki saate 1 saat geçmiş e 3 soru da şaka maka bitmiş..Vay be demek ki ben de yapabiliyormuşum diyerek gönül rahatlığıyla mola verdim.
Geçtim bilgisayarımın başınaa...Buldum bir yarış oyunu başladım oynamaya.Ama sormayın nasıl bir oyundur ki ortalıkta arabalar uçuşuyor.Ben de dedim ne senden oyun olur ne benden koyun çıktım oyundan(dememiş de olabilirim).Sonra bir baktım saate mola vereli şaka maka 2 saat olmuş...Dandik falan ama iyi oyun kerata...
Sonra dedim bu saatten sonra yapılan dersin hayrı olmaz msne geçtim...Ondan da sıkılınca vurdum kafayı yattıım...Tam daldım dalıcam zıngır zıngır telefon çaldı."Bütün gün çalmaz çalmaz çalacağı tuttu veletin evde de kimse mi olmaz şuna bakacak" diye söylene söylene ayılmaya çalışırken bi baktım ki meğer Hamdi bey teklif veriyormuş...Dedim "Hamdi Allah senin tependen baktırsın.Bari iyi bişey ver de uykumun içine ettiğine deysin"...
Sonra da dedim ki "E madem Hamdi uyandırdı bu işte bi işaret vardır git bişeyler yap" .İşte o anda benim sevgili blogum geldi aklıma...ve gördüğünüz gibi bunları zırvalamaktayım.
Herneyse artık sözün bittiği yerdeyim efenim... yarın da böyle geçerse blogda bu sefer felaket haberlerine yer vericem gibi geliyor ama bakalım yarın ola hayrola...
Bugünü de Özgün abimizden bi şarkıyla bitirelim efenim..."acıyı çeken anlar!"
Dermansız derdiniz plan programsız gününüz olmasın efenim....Köstebek(ne çok efenim dedim)
ben kimim...tanıtım vs...
Hani derler ya canın sıkkın olduğunda bir derdin olduğunda birilerine anlat paylaş ki rahatlayasın.Rahatlamak için bir duvara da anlatırsın sıkıntını bir heykele ya da bir resme de.Kısacası cansız bir varlığa...Ama o sana yardım edemez.Kendinden başka biri de aslında bundan farksızdır.Sana kendince fikirlerini sunar kendince anlar kendince yardım eder.
Derdini paylaşmanın en iyi yolu aslında kendine anlatmaktır.Çünkü en çaresiz anımızda bile bizi en iyi anlayan bizi en iyi tanıyan aslında gene biziz.Kendimize en çok yardım edebilecek olan da aslında biziz; çünkü bizi en iyi değerlendiren ve tanıyan kendimizden başkası değiliz.
Bu sorular aklımıza geldiğinde de yapmamız gereken kim olduğumuzu düşünmekten çok ona kim olduğunu sormaktır.Çünkü bizi bize en doğru şekilde anlatabilecek kişi gene ve her zaman kendimizizdir....Ancak sadece kendimi eleştirmek değil önemli olan yine de...Yeri geldiğinde kendimizi eleştirmeyi bileceğimiz gibi eleştirilere neden olan yanlışları düzeltmeyi de bilmeliyiz.Yoksa kendimizle dertleşmenin de bir faydası olmaz.(bu dediklerimi "kendi kendiyle konuşan delidir" mantığını kafanızdan atıp da okumanızı dilerim :)
Şimdi gelelim bana..Ben kimim?Ad soyad yaş falan filan....Ancak kimsenin kendisine takılan addan ibaret olmadığı gibi ben de değilim...Şimdi kendimi tanıtmaya kalksam emin olun ben de cümleleri kurup da kendimi tanımlayamam bu yüzden en iyisi zamanla anlamak;çünkü benim de henüz bilmediğim ve öğreneceğim çok şey var...
Kendinizle barışık günler dilerim.. Köstebek...