21 Şubat 2009 Cumartesi

Hayal kurmak güzeldir...


Küçükken en büyük zevkim dürbünle bir yerlere bakmaktı.Karşı adaya, evlere, yollara, yoldan geçen arabalara, gemilere, teknelere, kuşlara, ağaçlara...Ve hayal kurmak onlarla ilgili...O evlerdeki yaşamları, aşınan kaldırımların anlattığı hikayeleri, sokaklardan yayılan buram buram iyot ve balık kokusunu, teknesiyle denize açılan balıkçının düşündüklerini...Farkında bile olmadan saatlerimi geçirirdim bir çift mercek önünde.Bu öylesine hoşuma giderdi ki, herşeyi, o an nerede olduğumu unutup baktığım yerlerde dolanıyor gibi hissederdim kendimi.
Eski bir Rum evinin önünden geçerken selam verirdim Fatma nineye, oradan ayrılıp koşarak iskeleye gider ayaklarımı suya daldırıp önümden geçen balık sürülerini seyrederdim.Ali amca teknesinin motorunu çalıştırıp denizi köpürte köpürte giderken arkasından el sallardım.Sonra sahile gider taş sektirirdim.Tam güneş batmak üzereykense annem beni çağırır ve ayılırdım bu rüyadan.
Böyle günlerin gecelerini hiç sevmezdim bu yüzden.Eve dönme vakti gelmiş yani herşey bitmiş olurdu benim için; çünkü hiçbir yeri gündüz güzelliğiyle göremezdim geceleri...Bu sefer erkenden yatıp sabah olması için sabırsızlanırdım.Uyanınca da erkenden balkona koşturur yeni günü ilk ben selamlardım.

Kışın genelde evde olduğum için dürbünümü bir yere kaldırır fazla kullanmazdım, kışları çok sevmezdim bu yüzden.Bütün kış bir an önce yaz gelmesini ister ve neler yapacağımı hayal ederdim.Yaz gelince de gördüklerimi...Saf bir sevinçle, en küçük detayı kaçırmadan, orada yaşıyor ve o havayı soluyor gibi hem de...

Büyüdükçe bu yerleri sürekli görebilmek, kendimi orada hayal edebilmek için tüm bu yerleri kendimce resmetmek istedim.Bir ağaç, bir Rum evi, iskele, mavi ve yeşil,martılar ve çakıl taşları...

Zihnimde canlandırdıklarımı ellerimle tam anlamıyla aktaramasam da beyaz bir kağıda, yine de sürekli gözümün önünde oluyorlardı.Sadece bir hayal olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüşlerdi renkleri birbirine karışmış pastel boyalarımla.

Bir gün evde bir resim buldum.Daha önceleri "göz gezdirdiğim" yerler gibiydi.Bu sefer ona baktıp kurdum hayallerimi ancak yine de bir eksiklik vardı.O gördüğüm yerlere çok benziyordu ama yine de önceden burayı hiç görmemiştim, çizdiğim resimdeki yer değildi.Bu nedenle benim çizdiğim resim bile bu fotoğraftan çok daha gerçekçiydi; çünkü tamamen orayı düşünerek çizmiştim onu.

Yine de bir gün ,"İşi eldeki karışık pastel boyalara ve ellerime bırakmaktansa gördüklerimi tıpkı bu fotoğraf gibi zihnimle ve gözlerimle resmedebilirim."diye düşündüm.Mantıklıydı da, hem bir başka fotoğrafla hayal kurmaktansa kendi gördüğüm ve çektiğim resimlere bakar onlarla hayal kurar, hem de resim çizmekte başarısız olan ellerimi de bir şekilde kullanabilirdim.Anı donduracak, tüm duygularıyla saklayıp hapsedecek o mucizevi makinayı tutmak için örneğin...Ve böylece başladı işte fotoğraf sevdam.


Ne kadar başarılı olamasam da durmadan fotoğraf çekiyordum.Bu öylesine eğlenceli geliyordu ki...Bir tuşla kaydediyordum hayallerimi; gördüğüm güzel bir anı, gün batımını, tekneleri,denizi ve çakıl taşlarını...

Artık araç değildi bunların hiçbiri , amaç olmuşlardı benim için.Her zamanki kadar gösterişsiz, süssüz, saf ama basit değillerdi.Git gide daha çok ilgi çekici geliyorlardı.Sanki istedikleri benim onları görüp yakalamamdı.

Ben de bu istediklerini yapıyor en küçük ayrıntıyı yakalamaya çalışıyordum.Bazı günler balkondan görünen bir manzarayı, bazı günler de bir ağacın yaprakları arasından süzülen gün ışınlarını donduruyordum.Başka başka yerleri, sokakları, mekanları...Gerçekten de çok zevkli birşeydi bu; çünkü o yakalanan kare, bir zaman dilimi, bir saniye hatta salise, belki daha da küçük...yani tanımlaması zor olan sadece bir an, aslında öylesine büyüyor,genişliyor ve güzelleşiyordu ki bir tuşla.

Örneğin; hiç birimiz istesek de hayatımızı dondurup yüzyıllarca saklayamayız ve sürekli varolamayız.Oysa herhangi bir an, ne kadar basit bir karede hapsolmuş olursa olsun, yüzyıllarca o donukluğuyla ama bir yandan da onu yakalayanın ve yakalananların o an içlerinden fışkıran duygularla hala canlılık belirtisi göstererek varolabilir.İşte dondurulan bu anlar, hayallerle harmanlanıp bir çekmecede saklanabilir bazen.O saklandığı yerden tesadüfen bulunduğundaysa o resimdeki gülen yüzlerin masumluğu sarar insanı.O anın çok öncelerde kalmış olmasına rağmen onu yakalayıp elinizde tuttuğunuz için şanslı hissedersiniz kendinizi.O andan öncesini ve sonrasını düşünür, yaşanmışlıkları hayal edersiniz.Elinizdeki resmin içinden bakarsınız bu sefer kendinize ve o fotoğraftaki yüzleri andıran bir gülümseme yayılır yüzünüze.Belki buruk, belki sevinç, belki de özlem dolu ama yine de o günkü gibi taptaze bir gülümseme...Aslında hiç ölmemiş olan duygular canlanır zihninizde ve bu his herneyse o kadar güzeldir ki tamamen o ana hapsolur kalırsınız.... İşte bu anlamlandıramadığınız his hayaldir ve hayal kurmak gerçekten de çok güzeldir!

1 yorum:

Dispiritedness dedi ki...

Görüşlerine katılıyorum, yaşanan anı resmetmek ve ondan bir hatıra almak çok güzel, yıllar sonra bişeyleri karıştırırken elimize geçen bir resim...Kaybettiğimiz bir yakınımızı ve onunla yaşadıklarımızı yada güzel bir günü ve o günün içideki heyacanları yeniden yaşatır, hayat bir gün bitecek ve zihinlerde bir fotoğraf olarak kalacağız, bu fotoğraf bizim insanların hafızasındaki yerimiz olacak, ardımızdaki izimiz bizi ya ölümsüzlüğe yada hatırlanmak bile istenmeyecek bir insana götürecek, işte bu bizim elimizde...